Ferhat Jak İçöz
Aşık olmak, birilerinden hoşlanmak, birilerine yakın durmak istemek… Hepimizin öyle ya da böyle birileriyle bir bağ kurma ihtiyacı var (bunu hissetmiyor olabilirsiniz, bu ayrı bir yazının ve hatta terapinin konusu olabilir).
Bu yakınlaşma ihtiyacı ve isteğinin neye dönüşeceği, diğeri ile paylaştığımızda neler yaşayacağımız ise bir muamma.
Bazen işler istediğimiz gibi gider. Yakın olmak, bağ kurmak istediğimiz insanla doyurucu ve anlamlı bir bağ kurabiliriz. Bazen de olmaz. Olamaz. Bir şeyler ters gider, istekler ve beklentiler karşılıklı çıkmaz. Olabilir. Çok mümkün.
En nihayetinde ilişkisel olan oldukça tekinsiz ve belirsiz. Diğerine kendini açmak demek de bu belirsizlik ve tekinsizlikle kalmak demek.
İşlerin istediğimiz gibi gitmemesi de kolay bir deneyim değil. Acı hissederiz, reddedildiğimizi düşünürüz ve haklı bir üzüntü hissederiz. Hatta bunları hissetmemek için, yaşadıklarımızı bir “mesele” olarak tanımladığımız da olur.
Bazen de bu üzüntüyü aşamayız. Yakın olmak, bağ kurmak istediğimiz insan aklımızdan bir türlü çıkmaz. Sürekli onu düşünür, sürekli onu özlediğimizi hissederiz. Yaşanmamış ve yaşanmayacak gibi görünen bir geleceğin yasını tutarız adeta.
Zihnimiz olmayacağını, bittiğini, geçtiğini, artık önümüze bakmamız söyler ama kalbimiz ve duygularımız hiç orada değildir.
Danışanlarımdan ara ara duyduğum bir sorudur “takıntı mı yaptım acaba?”
Yaşadığınız şeyin adının ne olduğu önemli değil. Hatta bazen bu isim koyma çabası aslında yaşadığımıza yakından bakmamızı engeller. Böyle bir durumda ihtiyacımız olan iki yönde hareket etmektir.
Birincisi çok basit, çok sade; böyle haller olabilir. Kendinizi oraya buraya çekiştirmeye çalışmayın. Durumun size verdiği tüm ikilem ve çelişkilerle kalın. Evet, bir yandan olmayacağını görüyor olabilirsiniz, bir yandan aşık olduğunuz kişide duygularınızın bir karşılığı olmadığını çok net anlıyor olabilirsiniz, ama bir yandan da orada kalmak, acı çekmek, o insanı düşünmek o kadar olası ki. Olmayacağına inanıp olmasını istemek. Kendimizi “öyle olmalı” ve “böyle olmalı”larla itip çekerken, durumun içinden kendimizi bir an önce çıkarmaya çalışırken aslında kendimize yardım etmiyoruz.
Hiçbir “aşk acısı” siz bitmesi gerektiğine karar verdiğiniz için bitmez.
Tüm acılar, kaygılar ve genel anlamda duygular ancak bizlere iletmek istedikleri mesajlar anlaşıldığı zaman geri çekilirler.
Bu nedenle “takıntı yaptım” dediğimiz bu duruma yakından bakmak, bu durumun evirilmesine izin vermenin tek yoludur. Ve tabii ki bu deneyime katlanmayı da başarmak.
Olanla kaldıktan sonra insanın kendi üzerine düşünebileceği, kendi ile karşılaşabileceği bir alan açılır.
Ne oldu da ben hayatıma kaldığım yerden devam edemiyorum? Buradan ve bu kişiden kopamamam ne anlama geliyor? Acaba belli bir mesafede böyle bir bağ mı kurmak istiyorum, gerçek bir ilişkiye dönüştürmeden? Yoksa geçmişin bir yarasını mı sarmaya çalışıyorum bu imkansızı imkanlı hale getirme hayaliyle?
Sorular çoğaltılabilir.
Ama unutmamamız gereken, hiçbir deneyimimizin boş yere olmadığıdır. Bir şey yaşıyorsanız bir anlamı vardır. Ve bu anlam ne hayatın size verdiği bir mesaj, ne de sizin olanlardan çıkarmanız gereken bir “ders”tir.
İnsan ruhunun, insan aklının almadığı çalışma yöntemleri vardır. Bu da onlardan biri. Bırakın ruhunuz kendini aklınıza anlatsın. O zaman siz de bir şeyleri görebileceksiniz.