Neden bir türlü mutluluğun yollarını bulamıyoruz? (Bölüm 2) – Ferhat Jak İçöz

Neden bir türlü mutluluğun yollarını bulamıyoruz? – 2 *

Ferhat Jak İçöz

(Yazının geçen hafta yayınlanan ilk bölümü için tıklayın.)

Geçen hafta asıl hedefimizin mutluluk olamayacağından bahsetmiştik. O zaman nasıl dolu dolu bir yaşam sürmek mümkün olabilir? Kendimizi tanımak ve kendimize dair farkındalıklarımızı geliştirmek kesinlikle çok önemli, ancak işimiz orada bitmiyor.

Hayata karışmak

Dolu dolu, canlı hissettiğimiz bir hayat için her şeyden önce hayata karışmamız gerekir. Dışarıda olmamız, ilişkiler kurmamız, yeni fikirlerle karşılaşmamız, yeni yerlere gitmemiz, bize iyi gelen deneyimleri tekrarlamamız gerekir.

Günümüzde düşünmeyi ve iyi gözlemi çok önlere koyduk. Ancak diğer bir ünlü varoluşçu filozof olan Soren Kierkegaard’ın söylediği gibi, “hayat geriye doğru anlamlandırılabilir, ancak ileri doğru yaşanmalıdır”.

“Hayatta ne yapmak istediğimi bilmiyorum!” “Ne yapacağımı bilmiyorum!” “Çok sıkıldım!” “Düşünüyorum düşünüyorum bir çıkış yolu bulamıyorum!” – Bu tip cümleleri kendimize ve diğerlerine genellikle çok düşünüp, az eyleme geçtiğimizde söyleriz. Hayatta bir sorunla karşılaşınca tüm gücümüzü onu çözmek için kullandığımızda hayatımız bir anda fakirleşir. Veya yönümüzü kaybettiğimizde tekrar düşünerek bir yön bulmaya çalışırız. Oysa ki yapmamız gereken kalkıp tekrar hayata karışmaktır.

Otantik olmak

Otantiklik kavramını belki de en iyi kelimenin köküne, oto kelimesine dönerek açıklayabiliriz. Yunanca olan oto kelimesi aslında bir kendi kendinelik belirtir. Tıpkı otomobil, otomatik kelimelerinde olduğu gibi. En direkt tanımı ile otantiklik, hayatımıza dair her şeyi kendimize ait kılmak, bize dair olduğunu kabul etmek demektir.

Yaptığımız seçimlerden, başımıza gelenlere, yaşanması en zor duygulardan, en nahoş düşüncelere, kendi hayatımızda olan her şey, ama her şey bize dairdir, bize aittir, bizizdir. Kendimizi içten sahiplenmeden canlılığımızı bulamayız.

Ancak buna karşın, özellikle kişisel zorluğumuz olan deneyimleri reddetmeye, onlara sadece dışarının meselesiymiş gibi bakmaya meyilliyizdir. Bu arada gerçekten de hayatımızı belirleyen koşullar başta dışarıdan gelmiş gibi görünebilirler. Ama bir kere hayatımızın koşulları haline geldikten sonra bizlerin kişisel meseleleridir.

Hayatınızın çokça toplumsal kurallarca, yaşadığınız ülkece, içine doğduğunuz ve içinde büyüdüğünüz ortamca belirlendiğini hissedebilirsiniz ve bunda bir doğruluk payı var. Ama bütün bu koşullarla biz ne yapıyoruz? Ne yapabiliriz?

Bu yazıyı İngilizce yazıyor olsaydım otantiklik kelimesi ile aynı kökten gelen author, yani yazar kelimesinden bahsediyor olurdum. Otantik bir şekilde yaşamak, koşullarımızı üstlenip, kendi hayatımızın yazarı olmaktan geçer.

Özgürlük, seçim ve sorumluluk

Bu noktada özgürlük, seçim ve sorumluluk devreye girer. Ünlü varoluşçu psikiyatrist Viktor Frankl, insanın en zorlu ve en sınırları belirlenmiş koşullar altında bile her daim özgür olduğunu iddia etmiştir. Kendisi 2. Dünya Savaşı sırasında üç sene toplama kamplarında kalmış biri olarak, özgürlüğün son kalesinin karşılaştıklarımız karşısında benimseyeceğimiz tavır olduğunu öne sürmüştür.

Özgürlük alanımızı sürekli olarak keşfetmemiz, hayatımızı doyurucu kılmanın ön koşuludur. Özgürlüklerimizi keşfettikçe bilinçli seçimler yapmak ve yaptığımız seçimlerin sorumluluğunu almak hayatı daha canlı yaşamanın en temel koşullarındandır.

Bunu yapmaktan sıkça kaçınabiliriz, çünkü başlı başına aslında ne kadar özgür olduğumuzu görmek, seçimlerimizi kendimizin yapmasının şart olduğuyla karşılaşmak ve yaptığımız seçimlerle, her ne kadar irili ufaklı olsun, hayatımızın sonuna kadar yaşayacağımızla yüzleşmek ister istemez kaygı vericidir. Ancak bu kaygı tam da kendimizi canlı hissetmenin deneyimidir.

Anlam

Hayatta anlam bulduğumuz yerlerde kendimizi var etmekte fayda vardır. Anlam başlı başına tanımlanması çok zor olan, ancak birçok kişinin de aslında adını koymadan spontane bir şekilde yaşadığı bir deneyimdir.

“Buradan başka bir yerde olmak istemezdim şuan”, “şu an doğru işi yapıyorum”, “iyi ki buradayım” dediğimiz ve kendimizi tam olarak olduğumuz ortama ait hissederek canlı hissettiğimiz anlar, anlam bulduğumuz anlardır.

Viktor Frankl’a göre dürtü bizi iter – adı üzerinde, dürtü – ama anlam bizi çeker. O çekilme hissini takip etmemiz gerekir.

Sürekli mutlu olmak mı? Yok canım daha neler!

Sürekli mutlu olmanın yollarını aramak, hayatı çözülmesi gereken bir sorun haline getirir. Benzer bir şekilde, sürekli olarak doygunluğu ve canlılığı aramakta. Belki de yapmamız gereken tek şey doğru soruları sormak, yaşamak ve hayatın getirdiklerini deneyimleyip anlamlandırmaktır.

Soren Kierkegaard’ın dediği gibi “hayat çözülmesi gereken bir sorun değil, yaşanması gereken bir gerçekliktir”.

* Bu yazı Psychologies Türkiye dergisinin Haziran 2017 sayısında yayınlanmıştır.