Diken Üstünde Olmak – Büşra Tarçalır Erol

Bazen, her şeyin yolunda gittiğini düşündüğümüz zamanlarda bile, adını koymakta güçlük çektiğimiz bir huzursuzluk hali baş gösterir. Oysa ki, daha mutlu, daha dinç, motive ve huzurlu olabileceğimiz zamanların tarifini zihnimizde tasarlamışızdır ve “şu an” tarifin harfi harfine tamam olduğu bir andır. Ama bir eksiklik vardır; yediğimiz yemeğin tadını alamaz, ettiğimiz sohbetin bir yerlere erişmesine izin veremez, duyamaz, yerimizde oturamaz, uyuyamaz haldeyizdir…

Hayatın bize sunmakla yükümlü olduğu bir şeyler var gibi gelir, bazen de gelmez. Hedeflediğimiz şeyi elde etmek için çabalarız da hatta, ama yine de olmaz. Bu hissi herkes farklı şekilde tarif eder mutlaka. ‘Garip bir gün olur bazen, bazen çok iyi hissetmiyorum’dur, ‘güne çok iyi başladım ama modum düştü’dür, ‘hiçbir şey olmadı aslında’dır. Bir geçicilik halidir üzerimizi saran ve aslında onun kaygısı rahat ettirmez bizi tam olarak. Hiçbir şeyin sonsuza dek kalıcı olmayacağının kaygısı, yeniden ve yeniden seçmek, mahrum kalmak ve sorumluluk almak zorunda olduğumuzun habercisi.

Sartre, “Hiçlik” kavramından bahseder bize; hiçlikten geldiğimizi, her gün yeniden an be an herşeyi en başından inşa ettiğimizi söylerken, bu durumu kabul etmenin yarattığı bulantıya da değinir. Aslında bu inşa da bir kurgudur ve kurgumuzu alaşağı etmeye yönelik her girişim her kalkışma bir tehdittir. Kurgunun ötesinde bir şeyler olduğunu görmek, seçeneklerin sonsuzluğuna işaret ederken, bir yandan bunları seçebilmeye dair en diplerde bir yerde özgür olduğumuzu bilmek baş döndürücüdür. Heidegger de, benzer hisse farklı bir isim vererek literatüre dahil olmasını sağlamıştır: Unheimlichkeit. Evsizlik/ yurtsuzluk olarak çevirilen bu kelime, geçici olmaya dair duyduğumuz kaygının kökeni olarak görülebilir. “Bu kaygı, dünyadaki yerimizi çantada keklik görememekten gelmektedir. Unheimlichkeit yaşamak demek, kişinin alışkanlıklardan ve önyargılardan gelen rahatlıktan koptuğu ve bu nedenle de ‘diken üstünde’ hissettiği anlamına gelir.” (van Deurzen, E. & Arnold, C., 2017).

İçinde yaşadığımız hayatın “çantada keklik olduğunu” düşünmeden yaşayabilmek ne garip olsa gerek. Oysa bu hayatın bize sonsuza dek bahşedildiğine inanmak ne kadar da sıradan, ne kadar da üzerine düşünmediğimiz bir ayrıntı. Bir şeylerin gelip geçiliğinin, yıkılıp yeni baştan inşa edilebilir olmasının getirdiği kaygı ne büyük olmalı öte yandan… Diken üstünde, terimini ilk okuduğumda; çok önemli bir işimin olduğu günün sabahında, daha saat çalmadan evvel içimde yaşadığım o tatsız, ne uyutan ne tamamen aklıma yerleşen huzursuz his geldi aklıma. Ne uyuyabilmek, ne ayakta olmak ama arafta kalmak. Aslında öngörülemez bir şeylerin varlığından haberdar olmak, varsayımlarımın konforundan uzaklaşmak. Her şeyin kurguladığımız, tarifine göre malzemesini kattığımız yemeklerin olduğu bir akşam yemeği gibi olduğunu düşünsek de, sofra başındayken bazen beklenmeyen şeyler olur. Olabilme ihtimali bile yeterlidir hatta. Ama insan kendini evde hissetmek için ikame yollar tayin eder; gruplara dahil olur, tüm farklılıkları geride bırakacakmış gibi onlardan biri olmaya gayret eder. Çünkü birlikte olmak, tek olmaktan daha güvenlidir ve herkesin ortak bir şey doğrultusunda hareket etmesi, diken üstünde olmaya bir nebze de olsa merhem oluverir. Bir ses vardır sadece susmayan, tüm kalabalıkların ortasında bile vızıldayan, “geçici bunlar” diye fısıldar da geçer.

Sezen Aksu’nun yazdığı dizeler çınlar kulağımda:

“Bu saltanat, bu haller geçici,

Bu taze ten, bu demler geçici”

 

Kaynak

Van Deurzen, E. & Arnold, C., (2017). İnsan Meselelerine Varoluşçu Bakışlar: Terapi uygulama el kitabı, Aletheia Kitap, İstanbul.