Anneliğin Anlamla Buluş-ama-ması

Anneliğin Anlamla Buluş-ama-ması

İlknur İnci

Anne olmak, yaşamın bize sunduğu en nadide deneyimlerden biri. Çocuklarımızı çok seviyoruz. Onları, potansiyellerini gerçekleştirebilecekleri bir hayata hazırlamaya çalışıyoruz. Sonra birden fark ediyoruz ki, hiçbir şey bizim zamanımızdaki gibi değil. “Ben anne olunca böyle yapmayacağım” dediğimiz ön kabuller, fikirler, kararlar hükmünü çoktan yitirmiş. Görünen o ki, mevcut eğitim sisteminin teknolojiye ayak uyduramaması, dönüp dolaşıp biz annelerin yükünü artırıyor.

Gündemin bizi sürüklediği anlamsızlık ister istemez nasıl annelik yaptığımızı etkiler hale geliyor. Her şeyden önce çocuklarımızın güvenliğini sağlama endişesi tek bir haber bültenini bile izlediysek yakamızı bırakmıyor. Çocuklarımız iyi okullarda okusun diye saatlerce çalışmış olarak eve gelirken gördüğümüz bir mülteci çocuğun yüzü bizi çaresizlik hisleriyle baş başa bırakıyor. Aynı akşam kendi çocuğumuzun çorbayı beğenmemesi bizde farklı duygular uyandırıyor. Annelik hissimiz bütün çocukları kucaklamak isterken bu kez kendi çocuğumuzu hoş görememiş olmanın vicdani ağırlıyla baş başa kalıyoruz.

Modern hayat, bizi bu ve benzeri sayısız ikilemin ortasına bıraktığında, varoluşçuluğun öngördüğü gibi ikilemlerin iki ucunu buluşturamadığımızı sarsılarak fark ediyoruz. Oysa belki de hayatın anlamını bulacağımız, bulmayı beklediğimiz yer ‘annelik müessesesi’ydi!

Böylelikle, annelik gibi hayatımızda anlamla buluşmayı en mümkün kılan deneyimlerimizden biri, Frankl’ın deyimiyle ‘varoluşsal bir vakum’a girmiş oluyor. Ve işte, o an’da anlam bulamadığımız için anlamsızlıkta kalıyoruz.

Varoluşçular, insanın kendini dünyada fırlatılmış hissettiğini söylüyor. Hepimizin zaman zaman yüzleştiği gerçek; ‘dünyaya gelmek’ ve ‘buradan gitmek’ bizim seçimimiz değil. Aynı şey annelik için de geçerli değil mi? Ne kadar isteyerek, getireceği zorlukları fark ederek ve bunlara göğüs germeye niyet ederek çocuk yapsak da, aslında anneliğe fırlatılmış hissetmiyor muyuz kendimizi? Bir sabah uyanıyoruz ve kendimizi anne olarak buluveriyoruz.

Peki, tüm modern zaman paradigmalarının ötesinde ‘nasıl anneler olmak’ istediğimizi düşünecek bir alan açmak mümkün mü? Hiçbir toplumsal yargı, baskı, sınav sistemi vb. olmasaydı nasıl anneler olurduk? Çocuklarımızın ve bizim ‘yapmamız gereken’leri dışarıda bıraksak nasıl bir ilişkimiz olurdu? Kendi anneliğimizle ilişkimiz nasıl?  Bu sorulara cevap bulmak değil de üzerine düşünmenin yeni ve daha kapsayıcı bir alan açacağını düşünüyorum. Böylece bütün resme bakarak olmak istediğimiz yere doğru götürebilecek seçimler yapmakta özgür olabileceğiz. ‘Yapmamız gereken’leri yapmak, yapmak istediklerimize bir engel olmaktan çıkıp artık daha sahici bir eylem haline gelecek. Neyin bizim için daha önemli olduğunu keşfetmek daha farklı organize olmamıza yol açabilecek. Annelik her bir annenin kendi içindeki nihai anlamıyla buluşup daha bütünlüklü deneyimlenebilecek. Böylece kendi anneliğimiz üzerine derinlemesine düşünmüş, olası potansiyelleri fark etmiş olarak kendi annelik deneyimimize sahip çıkar hale gelebileceğiz. Ve umulur ki, bu sadece çocuklarımıza yaptığımız anneliğe değil de sokakta gördüğümüz bir kediden yakın ilişkilerimize kadar hayatımızın bütün alanlarına yayılabilecek…